Duyarsın bazen….
Kimsenin işitmediği ve işitmeyeceği sesleri. Kulakların değil de gözlerin duyar sadece. Uzanır, tını tını o naif sesler sana.
Bazen eski, terk edilmiş harap bir binadan gelir, bazen de solmuş bir çiçekten.
Hasan Hüseyin Korkmazgil’den dizeler düşer diline ve duyarsın bazen…
“konaklarda duraklarda eskirdik
beklemekten eskirdik selâm selâm
eskirdik umut umut
açmadan solardı çiçeklerimiz”
Sırtında bir çanta ve içinde otuz beş yılın, on iki bin yedi yüz yetmiş beş günün…
Bir ekim ayında gece yağmurla beraber adımlarken daha önce hiç gitmediğin bir ülkenin topraklarını, takılır ayakların bir emziğe. Sisli ve karanlık bir gecenin ortasında, dilini bilmediğin bir memleketin ürküten köpek havlamaları arasında biraz korku, biraz endişe ile eğilir ve dokunursun o emziğe. Kokusunu duyarsın bir mülteci çocuğunun. Feryadını duyarsın çaresiz bir annenin. Umudunu duyarsın “az kaldı” diyen bir babanın. Konuşur adeta o emzik seninle ve koyarsın cebine.
Ve henüz öyle bir özellik gelmiş olmamasına rağmen, Yeşilçam filmlerinde geride bırakılan bir mektuptan gelen sesler gibi, tınısı başka, tonu bambaşka heceler duyarsın harflerle değil ahlarla yazılan bir twitten
“Sen ağlarsan
Ben nasıl güleyim bu dünyada?
Çektiğin acıyı misliyle yaşıyorken
Senin acına
Istırabına
Gözyaşına kurban olsunlar”
Duyarsın bazen nedensiz bir çocuk ağlamasını ve Edip Cansever fısıldar sana
Parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın
Gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın
Onu işitsen, yuvarlağı sende kalır
Her başlangıçta yeni bir anlam vardır.
Nedensiz bir çocuk ağlaması bile
çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır
Bir Cevap Yazın