29 Ağustos 2020’de tek kişilik hücrede hayata yalnız başına veda eden Mustafa Kabakçıoğlu anısına
Menekşe yazından narindir ömür
Beğenmez saksısını toprağını
Ağaçlar turuncu
Kuşanmış yine
Yolmaya başlamışlar
Mutsuz gelinler gibi
Sararmış saçlarını
Vebalden gerdanlıklar
Taşımıyor boyunlar
Kuytu uykuların kaçırıyor tadını
Gözü kara kötülük
Hep nöbette gün boyu
Artık inandım,
Uzay cinleri kaçırmış olmalı
Gözleri bağlı, terazili kadını
Sahra çölleri kusuyorum
Dilimde sakıncalı türküler
Gölgelere inat
Bak! soldu vazomda
Kırgın kekeme çiçek
Dengim değildir artık
Sağır ekmek
Kör mercimek
Al bunları götür
Kem talihli Gardiyan!
Gök sofralarına
Yaraşmaz demir tabak
Gıcırtılar duyuyorum
Demir kapıdan değil
Bir arşa bakıyorum
Bir yorgun dizlerime
Sonra kollarımdaki
Demir bileziğime
Ağaran gözlerimdir
Yüzleriniz ağarmaz
Belki varaksız atım
Ulaşır mavi göğe
Kapıyı çalan yağmur
Haydi tut peri kanatlarını
Yıkılan duvarlar
Çıkıyor aydınlığa
Gecelerde gün yağar
Bu yıldız çukuruna
Elbet kazanırdınız
Ölüm bir son olsaydı
Fakat sürprizli şafak
Bakar bir çığlığa
Seversen yüksekleri
Göğe merdiven gerek
Ödünç istesen, verir
İsa’dan çarmıhını
Haydi beyaz yıldızım
Uzat kuyruğunu
Artık kim takar senin
Teneke buyruğunu
Geziyorlar özgürce
Lut kavminden kalma
Uğursuz bahçelerde
Gözlerde kara büyü
Pekmez karası gece
Keder mi önce yer
Açlık mı bedenleri
Kan çanağı gözlere
İner mutlu sabahlar
Artık hiçbir ağıt
Getirmez gidenleri
Esra AYDAN
Bir Cevap Yazın