“Ömür, baştanbaşa bir gurbetten ibarettir.’’
Ayrılığın hüzünlüsüdür gurbette olmak. Elde olmadan gurbetin yolarına düşenler, gözyaşlarıyla ıslatırlar gurbetin tozlu yollarını. Sonra da sılanın her bir köşesinden gelen topraklarla dindirirler hasretliklerini. Böyle istemeden yaşanan ayrılıklar insana hicran üstüne hicran yaşatırlar.
Yardan mehcûr iken diyarı gurbeteDehr gösterdi yine hicran hicran üstüne (Rasih) Bir zaman sonra gurbet mekanlarının yalnızlık kokan atmosferi boğmaya başlar hasret adamını. Sevenler buram buram olunca insanın gözünde daha bir kasvetli olur gurbet mekanları. Gurbet soğukları daha bir soğuk olur sonra. Gurbet kalabalıklarında yalnızlık, insanın içine bir buz kalıbı gibi oturur. Üşütür de üşütür insanı. Ve gurbet adamı:‘’Herkes bana bigâne bu yerdeBir yer ki, sevenler, sevilenlerden eser yok.’’ (Faruk Nafiz Çamlıbel)Serzenişi içinde kıvranır durur.
Ve daussıla, bir hüzünlü yar gibi dağlar narin yürekleri. Sılanın hayali, bir başka güzel olur gözlerde. Dereleri bir başka güzel şırıldar sılanın. Çiçekleri bir başka güzel açar. Gül bir başka güzel kokar. Yağan yağmur daha bir başka yağar. Çünkü gurbet adamının sılası kendi ruhunu giydirir her bir varlığa. Ve sıladaki her bir sevilen, Yusuf olur gönülde. Gurbet adamının gönlü, Yusuf kesilir sevenlerinin ardından. Yani ki her gurbet insanın üzerinde bir Yusuf kokusu vardır. Ve ne hüzün ki modern çağın Yusuflarının çoğu Yakupsuz! Onlar gurbetin Yakupsuz Yusufları.
Ben Yakup gibiyim uzun yıllardırOnda Yusufun kokusu vardır. (Yavuz Bülent Bakiler)
Ve her bir gidişte dönüp de görememenin, gidip de dönememenin hüznü vardır yüreklerde. Sıla da kalanlarda da gidenlerin dönememe ihtimaline karşı ince bir sızı vardır. bunun en derini savaşa gidip de dönemeyenler için hissedilenidir. Çünkü onların hasret giderecek bir mezarları dahi yoktur çoğu zaman. Ölmüşlerdir ama ölümü geride kalanlara kabullendirememişlerdir. Onun için geride kalanlarda hep geri geleceklermiş gibi bir ümit vardır. Bu ümitsizce ümit, insanların içini yakar da yakar hayat boyu. Hiç dinmeyen bir sızıdır bu hayat boyu. Bu acıların en derinini Yemen’den sonra yaşamış Anadolu insanı. Yemen cephesine gidenlerin büyük çoğunluğu cepheden geri dönmeyince arkalarından ortak ağıtlar yakmışlar. Ve bir ömür boyu yürekleri hep:‘’Anam Yemendir gülü çemendirGiden gelmiyor acep nedendir.‘’ serzenişleriyle acımış durmuş. Ve babalarının ardından çocukların, yavuklularının ardından genç kızların, evlatlarının adından annelerin yüreği hep ağıt makamında kalmış bir ömür boyu.
Anneler çocuklarının ardından ayrılık ağıtları yakmışlar ama onların ayrılığı bir başka yakar çocuklarını. Bir körpe yüreği en derinden yaralayan annesinden ayrılığıdır. Annesini kaybetmiş bir çocuğun üzerine sinen masumiyet , ömür boyu çıkmayan bir tavırdır insanın üzerinden. Yetmiş yaşına da gelse bir insan yirmi yaşında kaybettiği annesinin sıcaklığına muhtaçtır hep. Ana başta tâc imişHer derde ilaç imişBir evlat pîr olsa daAnaya muhtaç imiş. (Hüseyin Nail)
Ve hele bir annenin, bir babanın evladından ayrılığın acısı yok mu; insanı yakan, çürüten, eriten, içten içe tüketen bir acıdır o. Recaizade Mahmut ekrem “Makber’’ şirinde karısına ağıtlar yakmış ve bu ağıt dillere destan olmuştur. Ama onu esas yakıp kavuran biricik evladı Nejat’ın acı kaybı olmuştur.Hasret beni cayır cayır yakarkenBedenimde buzdan bir mel yürüyor. Hayalime çılgın çılgın bakarkenKapanası gözlerimi kan bürüyor. (Recaizade Mahmut Ekrem)
Böylesine bir ayrılığın yürek yangınlığı, hayatın bütün güzelliklerini söndürebilir insanın yüreğinde. Belki bir baba ve anne evladının ardından ölümü dahi özleyebilir.
Gidenlerin ardından kalanlar için; yaşanılan her an bir dert olabilir. Yaşanılan her mekan kasvetli bir gurbet hükmüne bürünebilir. Her yüreğin bir köşesinde mutlak bir ayrılık sızısı vardır. Bu sızı bekleyişlerin getirdiği sabırsızlığın sızısıdır belki şair de bu sızıyla bekler, beklediğini:
Ne hasta bekler sabahı Ne taze ölüyü mezarNe de şeytan bir günahı Seni beklediğim kadar. (Necip Fazıl Kısakürek)
Bu sabırsız bekleyişler etraftakileri bir hayal hükmüne getirir. Varsa yoksa o bekleyiştir. Gayrısı neşe vermez insana.
Gittin amma ki kodun hasret ile cânı bileİstemem sensiz olan sohbet-i yarânı bile. (Neşati) Ve aslında, en aslında yeryüzünde insan Rabbinden ayrılığın içerisindedir her dem. Kökünden koparılan kamışın ney olup yanık yanık inlemesi gibi dünyada hep inleyip durur. Aslında esas yârdan ayrılığın hüznüdür hep içimizi yakan. Dünyadaki ki küçük ayrılıklar esas Yâr’dan ayrılığı hatırlattığı için hüzün verir insana. Aslında esas gurbet dünyadır. Ruhumuz bilir de biz bilmeyiz bunu. Ve imanlı Yakupsuz her Yusuf’un Ahrette onu bekleyen gerçek bir Yakup’u vardır.
Ensar Nuralp
Yakupsuz Yusufluk / Ensar Nuralp

Bir Cevap Yazın