Kitaplarla arası iyi biri olarak sözlük ve lügat okumaktan ayrı bir keyif aldığımı söylemeliyim. Bunu söylediğimde bazılarının yüzünde garip bir şaşkınlık ifadesi oluşuyor. Anlıyorum ki, benin zihnimde yer eden lügat kavramı ile söylediğime şaşıran insanların lügat algısı çok farklı. Yoksa böyle normal ve yararlı bir şeye neden şaşırsınlar ki?
Bizden önceki yeryüzü mirasçılarının söylemiş oldukları “Kamus, namustur!” sözü, bir milletin olmazsa olmazı ve varlık sebebi olan dili korumaya verilmesi gereken önemi vurguluyor. Duygu ve düşüncelerin ifade edildiği cümlelerin sıhhati için kelimelerin muhafazası gerekmektedir. Lügatlar da, cümlelerin yapı taşları diyebileceğimiz kelimelerin korunması ve muhafaza edilmesindeki en büyük
faktördür.
Çoğu bilgin dilin canlılığına atıfta bulunarak onun kullanıldıkça geliştiğini ifade etmişlerdir. Kelime zenginliği bir bakıma beyan gücünü arttırmakta ve o dilin tesir sahasını genişletmektedirler. Geçmiş medeniyetlere bakıldığında yerleşik yapıya sahip olanlar, dil konusunda da bir adım önde bulunmaktadırlar. Arap edebiyatı, Fars edebiyatı gibi asırlarca aynı coğrafyada kalmış milletler yazılı eser verme bakımından başı çekmektedirler. Buna bağlı olarak da dillerinin kuvveti tartışılmaz
seviyededir. Onlar, yazarak ve lügatlar kaleme alarak hem kelimelerini muhafaza etmişler hem de sonraki nesillerin de o kelimelerden istifadesini sağlayarak dillerini geliştirmişlerdir.
Türkçeyle alakalı ise 11. asırda Kaşgarlı Mahmut tarafından kaleme alınan Divan-ı Lügat-ı Türk eseri, Türkçe’nin güzelliklerini ve diğer diller karşısındaki değerini ifade açısından hayati bir eserdir. Bu eser ışığında devam eden gelişmelerle Türkçe daha da gelişmeye başlamış ve nihayet Osmanlı Devleti zamanında zirve bir konuma yükselmiştir. Tabi bunda Kaşgarlı Mahmut’tan dört asır sonra kaleme aldığı Muhakemetü’l- Lügateyn eseriyle Ali ŞirNevai’nin de payı büyüktür. O, Türkçe’nin de Arapça ve Farsça kadar şiire yatkın oluşuna dikkat çekerek, Türkçe kullanımını şairlere teşvik etmiştir.
Günümüze gelindiğinde ise o eski parlak tablodan izler bulabilmek çok mümkün değildir. Değerlerdeki yozlaşmadan dil de payına düşeni almış olarak gittikçe sığlaşan, basitleşen ve hatta absürtleşen bir yapıya bürünmüştür. Konuşmadaki kelime kısırlığı, yazma diline de yansımış olduğundan çoğu yazı ve kitap maalesef yavan ve tatsız bir halde. Ve lügatlara başvurmak akıllara gelmediği sürece durum daha da kötüye gidecek gibi.
Şahsen sözlük veya lügata başvurulmadan kaleme alınan yazılara, kitaplara hep bir mesafeli duruş sergilemişimdir. Duygu ve düşüncelerin çoğu zaman aynı olduğu yazılarda farkı meydana getirecek olan şey kelime zenginliği ve üslup çeşitliliği iken, kısır bir kelime dağarcığıyla o da başarılamadığında okuduğum şeylerin birbirinin benzeri olduğunu düşünmekten kendimi alamam. Diğer bir şey şudur ki,
sözlük veya lügata başvurulmadan yazılan yazılar için yeterli beyin sancısının ve gayretin ortaya konmadığını düşünürüm. Hasılı, lügatsız ve sözlüksüz okuyabildiğim yazıların bana herhangi bir şey kazandırmadığını düşündüğümden, onlara karşı mesafeli bir duruş sergilemekten vazgeçeceğimi düşünmüyorum.
Fadi Kılıçzade
Bir Cevap Yazın