İyilik Kazanacak / Y. Tatlıseven


    Doktorumla randevum var. Metazoride olsa görüşmeye gidiyoruz. Onkoloğum kemoterapi almam gerektiğini söylüyor. Ne yapalım “Maraz olmazsa, sıhhat lezzetsizdir” demiş  Üstad. Tedavi sürecinin uzun soluklu olduğundan, bu zaman zarfı içinde  bağışıklık sistemimin zayıflayacağından  bahsediyor. Kendimi sosyal ortamlardan izole  etmeli, kalabalıklara  girmemeliymişim. Girersem de maske takmalıymışım. Benim gibi aktif bir insan için zor ama aklıma ilk evlatlarım  geliyor, “Çocuklarıma  sarılıp, öpebilecek miyim?” diye soruyorum. Neredeyse  iki  yıldır çocuklarımdan ayrıydım. Yanlarına geldikten on beş gün sonra  kanser teşhisi kondu, bir ay dolmadan da ameliyat masasındaydım. Doya doya sarılıp, sevemedim bile! Şimdi de bu  tedavi beni çocuklarımın uzağına mı atacak diye düşünürken, doktorum, “Hasta olmadıkları  sürece sarılabilirsin” diye müjdeyi veriyor. Bu kadar olumsuzluğun içinde, “Yaratılış ağacının  en mühim meyvesi şükürdür” düsturuyla, kendimi teselli edecek bir şey bulup, şükrediyorum.

            İlerleyen günlerde tedaviye başladık. Kemoterapiyi aldığım ilk günlerde çocuklarıma sarılmak şöyle dursun, gözüm onları görmedi bile! İlaçlar o kadar ağırdı ki bir hafta boyunca yeyip içemedim, ayağa kalkamadım. Kendime  geldiğim zamanlarda  gezip, dolaşmak istiyor,  bunları yapacak gücü kendimde bulamıyordum. Şu günlerde tüm dünyadaki insanların  covid-19  nedeniyle eve kapanıp yapamadıkları bir çok aktiviteyi,  maalesef  ben sağlığım  elvermediği için yapamıyordum. Yine de hastalığımı ilahi bir hediye  gibi  görüyor, “ Ermiş  ağacı  silkmekle  nasıl meyveleri düşerse, imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker” Hadis-i Şerif’ini düşünüp şikayet  etmiyordum. Arkadaşlarımdan  mecburen  uzak  kalmak  durumundaydım.  Ara sıra toplantılarına davet etseler de temastan kaçınıyor, belli bir mesafede kendime  dikkat ediyordum. Meğer bugünlerde sıkça kullanılan sosyal mesafe kavramını uyguluyormuşum.

            Bir yıl süren bu izolasyondan sonra tedavilerim nihayetlenirken, dünyanın başına da covid-19 adlı bir virüs musallat oluyordu. Oysa benim karantinam tam da bitmek üzereydi, ancak tüm dünya bir anda karantinaya girivermişti.  İnsanlar  virüsün bulaşma  olasılığına karşı sokaklarda maske ile dolaşıyordu. Bu durum bana kemoterapi sonrasında maske taktığım günleri hatırlattı. O zamanlar bir tek ben maske takıyordum. Meraklı bakışları mı anlatayım size, bir bakanın dönüp bir daha baktığını mı? Bazıları da sanki vebalıymışım gibi yanımdan uzaklaşıyordu. Korona virüsle birlikte maskenin normalleşmesi benim için şaşkınlık vericiydi.

            Çoğu insan karantinanın zorluklarından, eve tıkılıp kalmaktan şikayet ediyordu. Belki bir evim olmadan, üç yıl boyunca, sırt çantası omzumda oradan oraya yaşadığım için olabilir, evde olmak benim için zaten lükstü. O malum geceden sonra evimi, işimi, çocuklarımı, eşimi, vatanımı ve en sonunda da sağlığımı teker teker yitirmiştim. İnsanoğlu elindekilerinin kıymetini maalesef kaybettikten sonra daha iyi anlıyor. Yalnızken, ışığı yanan, içinden çocuk sesleri gelen evlere gıpta  ile bakardım. Akşam  karanlığında eve ekmek  yetiştiren  babaya,  ona kapıyı açan anneye, koşup  sarılan  çocuklara imrenirdim.  Anahtarıyla  kapısını açabildiğiniz bir evinizin olması, bir çatının altında, bir sofra başında toplanabilmek, bir demlik çayın  etrafında  saatlerce sohbet edebilmek, bence mahsur kalmak değil, hediyelerin en güzeliydi!

            Sokağa çıkma yasaklarıyla, en doğal hakkımız olan özgürlüğümüz kısıtlanmış oldu. Hastalığın bulaşma hızı düşünülerek, sevdiklerimize  sarılamaz olduk. Toplu ortamlara girmiyor, girsek de sosyal mesafeyi koruyorduk. Şehirden şehre geçmenin yasaklanması, uçuşların durdurulmasıyla, ohâl zamanındaki araçların durdurulduğu, kimlik kontrollerine takıldığım günleri, bir uçağa binmek  için  verdiğim mücadeleyi hatırladım. Sanki bugünlerin provasıymış! Alıştığı standartları değiştirmek her insan için zordur. Biz inandığımız doğrulardan vazgeçmediğimiz için özgürlüğümüzden, ailemizden, vatanımızdan olurken, tüm standartlarımız mecburen değişmişti.

Şimdi bütün dünyadaki insanlar  alternatif  yaşam projeleri geliştirmek zorundalar. Korona virüs kolay kolay bizi terk etmeyecek gibi duruyor, bence bu yeni bir milat olacak. Zaman koronadan önce ve sonra diye ikiye ayrılacak ve hiçbir şey alıştığımız gibi devam etmeyecek. Her-kes kendi payına düşeni yaşayacak, belki kendini tekrar eğitmesi, belki yeni bir gelecek kurması gerekecek. Bunlar size ütopya gibi gelmesin, nalbant, hallaç, demirci gibi bir çok meslek erbabını düşünün. Geçmişte çok iyi geçim kaynakları ve hatırı sayılı zanaatler olmasına rağmen bugün yok olup gittiler. Tarihte yaşandığı gibi şimdi de bazı meslekler ve iş sahaları önemini yitirecek. Sağlık  sektörüne olan ihtiyacı ve önemi  hepimiz  covid-19  ile yaşayarak öğrenmiş olduk. Önümüzdeki yıllarda  bu alana daha  fazla  yatırım yapılacağı çok bariz.  Ekonomi çevrelerinde  para transferi epeydir sanal bir eylem, zaten kimse paraya  dokunmuyor. İnternet bankacılığıyla  yapılan ödemeler, tahsilatlar, kredi kartlarıyla yapılan  alışverişler,  bir  iban hesabına yatırılan  maaşlar…Bunların hepsi elektronik  yaşamın alt yapısı olarak tasarlanmış ve  hayata geçirilmişti. Sıra insanoğlunun  sosyal  hayattan ve üretimden  çekilmesine gelmişti ki  bu virüs yeryüzüne  bomba gibi  düştü. Çin,  İtalya,  İspanya,  İngiltere  gibi gelişmiş  ülkelerdeki  ölüm sayıları tüm dünyayı korkutmaya yetti. Herkes büyük bir itaatle evlerine çekildi ve çoğu insan gereksiz ihtiyaçlarından sıyrılarak, rızk-ı  mecaziyi terkedip sadeleşmeye başladı. İnsanlık  hırsı ve  şükürsüzlüğü  yüzünden nimetlerden yoksun kalmanın acısını hissetti ve yavaş yavaş israfı  terk etmeye  başladı. Elindekilerle  yetinmeyi  ve kanaati tekrar hatırlayan her aile, kendi içinde  iktisat  yapmaya  başladı. Son yılların popüler kültürü olan riyadan uzaklaşılmaya, geçim  sıkıntısı çeken insanlar için em-pati yapılmaya başlandı. Tahmin ediyorum ki,  bundan sonra devlet  politikaları tarım ve hayvancılığı daha fazla önemseyecektir. Ancak genetiğiyle oynanmış tohumlar ve  kimyasallarla desteklenmiş yemlerden dolayı bu konuda çokta başarılı olacağımız söylenemez.  İnternet  dünyası ve online yaşam, yepyeni mesleklere kapılar açarken, dijital bir çağa paraşütsüz iniş yapacağız gibi görünüyor. Bu sırada var olan insanlık nüfusu, yeni dünyamıza fazla geleceğinden, koronavirüsle ilgili aşı ve ilacın bulunmasını henüz beklemeyin. Bir çoğuna göre zaten aşı bulundu, ancak dünya nüfusu, birileri tarafından planlanmış belli bir rakama indirilmeden piyasaya sürülmeyecek.

            Bunca şey olup biterken, bazı gönlü güzel insanlar da var ki ne karantina dinliyorlar, ne de salgın! Yardım etmeyi görev edinmişler, bu zor günlerde ihtiyacı olanları yalnız bırakmıyorlar. Onlar su kuyuları açmaya devam ediyor,  Ramazan ayında toplu  iftarlar veremeseler de yemeklerini kendi imkanlarıyla pişirip, kapı kapı dolaşıp ev ev dağıtıyorlar. Maddi durumu olmayan ailelere, erzak paketleri götürüp,  çocukları bayramlık  hediyelerle sevindiriyorlar.  Üstelik bunları bulundukları ülkelerin yerel yönetimlerinden izin alarak, güvenlik güçleri eşliğinde, hep birlikte  yapıyorlar.  Onlar hayırda yarışanlar!  Pandemiyi  engel olarak  görmüyorlar. Herkesin sokağa çıkmaya  korktuğu  bu günlerde yorulmadan koşturup duruyorlar. Tek amaçları var. Çaresiz bir insanın yüzünde,  mutlu  bir  gülümseme olabilmek!  Tüm  planlar, projeler, ideolojiler bir gün yeryüzünden silinip gidecek. İyiler her zaman kazanamasa da  o gün mutlaka iyilik kazanacak!..

Yasemin TATLISEVEN

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: