Doktorumla randevum var. Metazoride olsa görüşmeye gidiyoruz. Onkoloğum kemoterapi almam gerektiğini söylüyor. Ne yapalım “Maraz olmazsa, sıhhat lezzetsizdir” demiş Üstad. Tedavi sürecinin uzun soluklu olduğundan, bu zaman zarfı içinde bağışıklık sistemimin zayıflayacağından bahsediyor. Kendimi sosyal ortamlardan izole etmeli, kalabalıklara girmemeliymişim. Girersem de maske takmalıymışım. Benim gibi aktif bir insan için zor ama aklıma ilk evlatlarım geliyor, “Çocuklarıma sarılıp, öpebilecek miyim?” diye soruyorum. Neredeyse iki yıldır çocuklarımdan ayrıydım. Yanlarına geldikten on beş gün sonra kanser teşhisi kondu, bir ay dolmadan da ameliyat masasındaydım. Doya doya sarılıp, sevemedim bile! Şimdi de bu tedavi beni çocuklarımın uzağına mı atacak diye düşünürken, doktorum, “Hasta olmadıkları sürece sarılabilirsin” diye müjdeyi veriyor. Bu kadar olumsuzluğun içinde, “Yaratılış ağacının en mühim meyvesi şükürdür” düsturuyla, kendimi teselli edecek bir şey bulup, şükrediyorum.
İlerleyen günlerde tedaviye başladık. Kemoterapiyi aldığım ilk günlerde çocuklarıma sarılmak şöyle dursun, gözüm onları görmedi bile! İlaçlar o kadar ağırdı ki bir hafta boyunca yeyip içemedim, ayağa kalkamadım. Kendime geldiğim zamanlarda gezip, dolaşmak istiyor, bunları yapacak gücü kendimde bulamıyordum. Şu günlerde tüm dünyadaki insanların covid-19 nedeniyle eve kapanıp yapamadıkları bir çok aktiviteyi, maalesef ben sağlığım elvermediği için yapamıyordum. Yine de hastalığımı ilahi bir hediye gibi görüyor, “ Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşerse, imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker” Hadis-i Şerif’ini düşünüp şikayet etmiyordum. Arkadaşlarımdan mecburen uzak kalmak durumundaydım. Ara sıra toplantılarına davet etseler de temastan kaçınıyor, belli bir mesafede kendime dikkat ediyordum. Meğer bugünlerde sıkça kullanılan sosyal mesafe kavramını uyguluyormuşum.
Bir yıl süren bu izolasyondan sonra tedavilerim nihayetlenirken, dünyanın başına da covid-19 adlı bir virüs musallat oluyordu. Oysa benim karantinam tam da bitmek üzereydi, ancak tüm dünya bir anda karantinaya girivermişti. İnsanlar virüsün bulaşma olasılığına karşı sokaklarda maske ile dolaşıyordu. Bu durum bana kemoterapi sonrasında maske taktığım günleri hatırlattı. O zamanlar bir tek ben maske takıyordum. Meraklı bakışları mı anlatayım size, bir bakanın dönüp bir daha baktığını mı? Bazıları da sanki vebalıymışım gibi yanımdan uzaklaşıyordu. Korona virüsle birlikte maskenin normalleşmesi benim için şaşkınlık vericiydi.
Çoğu insan karantinanın zorluklarından, eve tıkılıp kalmaktan şikayet ediyordu. Belki bir evim olmadan, üç yıl boyunca, sırt çantası omzumda oradan oraya yaşadığım için olabilir, evde olmak benim için zaten lükstü. O malum geceden sonra evimi, işimi, çocuklarımı, eşimi, vatanımı ve en sonunda da sağlığımı teker teker yitirmiştim. İnsanoğlu elindekilerinin kıymetini maalesef kaybettikten sonra daha iyi anlıyor. Yalnızken, ışığı yanan, içinden çocuk sesleri gelen evlere gıpta ile bakardım. Akşam karanlığında eve ekmek yetiştiren babaya, ona kapıyı açan anneye, koşup sarılan çocuklara imrenirdim. Anahtarıyla kapısını açabildiğiniz bir evinizin olması, bir çatının altında, bir sofra başında toplanabilmek, bir demlik çayın etrafında saatlerce sohbet edebilmek, bence mahsur kalmak değil, hediyelerin en güzeliydi!
Sokağa çıkma yasaklarıyla, en doğal hakkımız olan özgürlüğümüz kısıtlanmış oldu. Hastalığın bulaşma hızı düşünülerek, sevdiklerimize sarılamaz olduk. Toplu ortamlara girmiyor, girsek de sosyal mesafeyi koruyorduk. Şehirden şehre geçmenin yasaklanması, uçuşların durdurulmasıyla, ohâl zamanındaki araçların durdurulduğu, kimlik kontrollerine takıldığım günleri, bir uçağa binmek için verdiğim mücadeleyi hatırladım. Sanki bugünlerin provasıymış! Alıştığı standartları değiştirmek her insan için zordur. Biz inandığımız doğrulardan vazgeçmediğimiz için özgürlüğümüzden, ailemizden, vatanımızdan olurken, tüm standartlarımız mecburen değişmişti.
Şimdi bütün dünyadaki insanlar alternatif yaşam projeleri geliştirmek zorundalar. Korona virüs kolay kolay bizi terk etmeyecek gibi duruyor, bence bu yeni bir milat olacak. Zaman koronadan önce ve sonra diye ikiye ayrılacak ve hiçbir şey alıştığımız gibi devam etmeyecek. Her-kes kendi payına düşeni yaşayacak, belki kendini tekrar eğitmesi, belki yeni bir gelecek kurması gerekecek. Bunlar size ütopya gibi gelmesin, nalbant, hallaç, demirci gibi bir çok meslek erbabını düşünün. Geçmişte çok iyi geçim kaynakları ve hatırı sayılı zanaatler olmasına rağmen bugün yok olup gittiler. Tarihte yaşandığı gibi şimdi de bazı meslekler ve iş sahaları önemini yitirecek. Sağlık sektörüne olan ihtiyacı ve önemi hepimiz covid-19 ile yaşayarak öğrenmiş olduk. Önümüzdeki yıllarda bu alana daha fazla yatırım yapılacağı çok bariz. Ekonomi çevrelerinde para transferi epeydir sanal bir eylem, zaten kimse paraya dokunmuyor. İnternet bankacılığıyla yapılan ödemeler, tahsilatlar, kredi kartlarıyla yapılan alışverişler, bir iban hesabına yatırılan maaşlar…Bunların hepsi elektronik yaşamın alt yapısı olarak tasarlanmış ve hayata geçirilmişti. Sıra insanoğlunun sosyal hayattan ve üretimden çekilmesine gelmişti ki bu virüs yeryüzüne bomba gibi düştü. Çin, İtalya, İspanya, İngiltere gibi gelişmiş ülkelerdeki ölüm sayıları tüm dünyayı korkutmaya yetti. Herkes büyük bir itaatle evlerine çekildi ve çoğu insan gereksiz ihtiyaçlarından sıyrılarak, rızk-ı mecaziyi terkedip sadeleşmeye başladı. İnsanlık hırsı ve şükürsüzlüğü yüzünden nimetlerden yoksun kalmanın acısını hissetti ve yavaş yavaş israfı terk etmeye başladı. Elindekilerle yetinmeyi ve kanaati tekrar hatırlayan her aile, kendi içinde iktisat yapmaya başladı. Son yılların popüler kültürü olan riyadan uzaklaşılmaya, geçim sıkıntısı çeken insanlar için em-pati yapılmaya başlandı. Tahmin ediyorum ki, bundan sonra devlet politikaları tarım ve hayvancılığı daha fazla önemseyecektir. Ancak genetiğiyle oynanmış tohumlar ve kimyasallarla desteklenmiş yemlerden dolayı bu konuda çokta başarılı olacağımız söylenemez. İnternet dünyası ve online yaşam, yepyeni mesleklere kapılar açarken, dijital bir çağa paraşütsüz iniş yapacağız gibi görünüyor. Bu sırada var olan insanlık nüfusu, yeni dünyamıza fazla geleceğinden, koronavirüsle ilgili aşı ve ilacın bulunmasını henüz beklemeyin. Bir çoğuna göre zaten aşı bulundu, ancak dünya nüfusu, birileri tarafından planlanmış belli bir rakama indirilmeden piyasaya sürülmeyecek.
Bunca şey olup biterken, bazı gönlü güzel insanlar da var ki ne karantina dinliyorlar, ne de salgın! Yardım etmeyi görev edinmişler, bu zor günlerde ihtiyacı olanları yalnız bırakmıyorlar. Onlar su kuyuları açmaya devam ediyor, Ramazan ayında toplu iftarlar veremeseler de yemeklerini kendi imkanlarıyla pişirip, kapı kapı dolaşıp ev ev dağıtıyorlar. Maddi durumu olmayan ailelere, erzak paketleri götürüp, çocukları bayramlık hediyelerle sevindiriyorlar. Üstelik bunları bulundukları ülkelerin yerel yönetimlerinden izin alarak, güvenlik güçleri eşliğinde, hep birlikte yapıyorlar. Onlar hayırda yarışanlar! Pandemiyi engel olarak görmüyorlar. Herkesin sokağa çıkmaya korktuğu bu günlerde yorulmadan koşturup duruyorlar. Tek amaçları var. Çaresiz bir insanın yüzünde, mutlu bir gülümseme olabilmek! Tüm planlar, projeler, ideolojiler bir gün yeryüzünden silinip gidecek. İyiler her zaman kazanamasa da o gün mutlaka iyilik kazanacak!..
Yasemin TATLISEVEN
Bir Cevap Yazın