İki yıl kadar ayrı yaşamak zorunda kalmıştık çocuklarla. Eşim Tiflis’te yaşarken bir akşamüstü aradı beni. Ağlıyordu. Biraz kendine gel sonra ara istersen dedim yok iyiyim dedi ve başladı anlatmaya. Ağlamayan , acıları içinde yaşayan bir mizacı vardır. Duygusallık benim işim oysa. Biraz sabırsızlık biraz da bu muhkem barajın patlamasına sebep olan olaya olan merakla sormaya başladım. Ne oldu , anlatacak mısın? Ağlamaya devam etti ve bir saat kadar sonra anlattı. Oğlum cam kenarında dışarıya bakıyormuş. Bir ara : Anne , biliyor musun ben büyüyorum. Demiş. Eşim ona : Ne kadar güzel oğlum büyüyorsun işte ne güzel… Deyince birden yaşının çok üzerinde bir tepki ve ses tonu ile ‘ Bunun neresi güzel anne. Oyun oynayamadan, okula gitmeden büyüyorum ‘ Demiş. Bu hadise o kadar sarsmış ki eşimi anlatırken ağlıyor ve titriyordu sesi.
Şimdi bu girişten sonra Ayda bebeğin 91 saat sonra enkaz altında kurtulmasına sevinen, mutluluktan uçan kalbi güzel vicdanı temiz insanlara seslenmek istiyorum. Hepimiz sevindik, hepimiz mutlu olduk Ayda bebeğin o tebessümüne. Gözlerimiz yaşardı, kalbimiz kuş misali kıpır kıpır oynadı belki yerinden. Ona sevindik güldük, annesine üzüldük ağladık. Biz insanız çünkü. Ama diyorum diğer taraftan da. Ama , ama , ama. Art arda bir tren oluyor amalar. Kapkara bir tren uzuyor, gidiyor zihnimde. Bebekken cezaevine konanları düşünüyorum, soğuk koğuşlarda emekleyen dizleri yırtılan Asım Sencerleri, Hamzaları düşünüyorum. Mini mini parmakları ile dört duvar arasında güneş ve yeşilliğe dair masalları dinleyenleri düşünüyorum. İsmi bile konmadan anne karnında vefat eden isimsiz melekleri , Furkan Dizdar’ı, Ferudun Maden’i , Selman Çalışkan’ı ,Ahmet Burhan Ataç’ı, Akçabay ailesinin meleklerini, cesedi henüz bulunamayan Esad’ı , Babama gidiyorum diyerek cezaevine ziyarete süslenerek giden ama araba çarptığı için vefat eden Betül’ümü düşünüyorum. İsmini tek tek yazamadığım o melekleri… Şimdi yazarken bunları titriyor ellerim. Ayda bebeğin sıkıştığı o duvarlar gibi olmasa da titriyor ellerim. Çünkü ben minik çiçek Erva’yi düşünüyorum annem öldü baba ve sen de gideceksin bakışları geliyor gözlerimin önüne. Ali Etka’nin sözleri bir bıçak gibi saplanıyor etime, bedenime. Asım Sait’in babasının mezarına sarılması, iftarda yemeği bırakarak kamp odasına geçerek ‘Ben babamı çok özledim ‘ anne deyişini düşünüyorum ve yazının başındaki sesle BUNUN NERESI GÜZEL ey insanlık diyorum. Çocuk olmadan yaşlanıyorlar birer birer ve birçoğu da büyümeden tohum misali toprakta.
Dünyaca ünlü Şeker Portakalı kitabında bir cümle vardı. ‘Yaşamak için fazlasıyla yaşlanmış gibiler, her şeyden bıkmışlar sanki’ yaşlanıyor bebekler dört duvar arasında. Yaşlanıyor bebekler dört duvar arasında olan babalarını bekleyerek ya da… Yaşlanıyor bambaşka ülkelerde olan babalarını özleyen çocuklar ve sesleniyorlar sizlere . Tıpkı Kaplumbağalar da Uçar filmindeki kolları olmayan çocuğun feryadı gibi “Beni ağlatmayın
benim gözyaşlarımı silecek ellerim bile yok.”
Ayda bebeğe sevinelim ama unutmayalım cezaevlerinde bebeklerimiz var. Onların da o enkazdan çıkması gerekiyor.
Yazı güzel fakat bir kısmına katılmıyorum.”Bunun neresi güzel?”şeklindeki sorgulama hem kadere taş atma,hemde o hapisteki çocukların haline yüzüne baktığın zaman onlarda çok farklı birşey var. Adını hatırlayamadığım bir tanesi vardı. Çocuğun halinden etkilenmemek mümkün değil. Sanki küçücük bedenin arkasında kocaman bir adam var.”Bunun neresi güzel?”demek için erken.. bu çocukların hikayesi henüz bitmedi.
BeğenBeğen
Yorumunuz için teşekkürler. Yazıya başlık olan ve sizin de ifade ettiğiniz cümleyi 7 yaşındaki bir çocuk annesine kuruyor ve o çocuğun bakışı ile ondan çok daha acı durumda olan hatta vefat eden çocuklara bir bakış açısı getiriliyor. Yetişkinler nazarı ile bakarsak haklısınız ama 7 yaşındaki bir çocuğun hissiyatı öyle olmuş o an maalesef.
BeğenBeğen