İnsan, ruhlar aleminden anne rahmine, mahiyetini ihatâ edemediği bir sırlı mekâna, oradan dünya hayatının mebdei olan çocukluğa, hayatın esrarını ve gayesini yeni yeni idrak etmeye başladığı gençliğe, fakru zaruret içinde bir başkasına muhtaç ve nisyanla malul ihtiyarlığa ve kabir, berzah, haşir meydanından cennet veya cehenneme uzanan bu uzun yolun garip bir yolcusu. Öyle bir yol ki Yunus’un deyimiyle: Bu yol uzaktır menzili çoktur, / Geçidi yoktur derin sular var.
Bizler, bu diyar-ı gurbette ve bu imtihan arenasında binbir çile ve ızdırapla gerilmiş bir sürü öksüz. Ebedi istirahatgâhımıza gitmek için urbalarımıza doldurduğumuz azıklarımızla ve bize hediye edilen yirmi dört altın ve seyahat biletlerimizle bu istasyonda arâm etmiş, bizleri ebetlere taşıyacak şimendiferi intizar ediyoruz. Sanki bir ağacın gölgesinde muvakkaten dinlenecek kadar kısadır dünya hayatımız.Burası bir imtihan meydanı olduğu için çile ve ızdıraplarla yoğruluruz çoğu zaman. Bazen yerin altındaki mağmalar şiddetle infilak eder ve yanardağları delerek ortalığı Cehenneme çevirirler. Bazen nehirler, denizler ve okyanuslar sularını geri çeker ve bu devasa dalgaları tsunami şeklinde insanların yaşadığı beldelere boşaltarak ne var ne yok herşeyi azgın sulara sürüklerler. Bazen de insanlar, derin uykularındayken veya herkes kendi işiyle meşgul iken, yeryüzü lerzeye gelir, yerin altındaki fay hatlarının gayz ve şiddetle kırılıp parçalanmasıyla her bir taraf beşik gibi sallanmaya başlar ve koca koca binalar yerle bir olur. Nice melek yüzlü canlar beton yığınları altından kurtarılamayarak ötelere uçarlar. Her şey unutuldu derken, gökyüzünü kaplayan simsiyah bulutlardan, ateş çakan şimşeklerin, kulakları sağır eden uğultularıyla bir tufan belirir, ağaçlar köklerinden sökülür, bağ ve bahçeler bütün semereleriyle derin sulara gark olurlar.
Acaba baharı ve pırıl pırıl güneşli günleri görecek miyiz diye düşünürken, bu defa bir virüs kasırgası bütün insanlığı esaret altına alır, milyonlarca insan çaresizlik içerisinde ruhlarını teslim ederken, meydana gelen ekonomik krizler tüm insanlığı olumsuz yönde etkiler.
Bazen çaresiz hastalıklara mübtela olur, bazen en yakınımızdakilerin hastalıkları belimizi büker, hiç beklemediğimiz bir anda bir yakınımızın vefatıyla irkiliriz. Bazen de iflas eder, elde avuçta ne varsa hepsini kaybederiz. Hayat debeddül ve teğayyürden ibarettir. Her an bir değişim ve dönüşüm yaşarız.
Semavî ve arzî afetler bizim takatimizin üzerindedir. Bu felaketler bizim ne kadar aciz ve zayıf olduğumuzu gösterir ve her şeyi yaratan, bütün alemleri evirip çeviren, gaybı bilen ve herşeye gücü yeten Kadir-i Zülcelal’e iltica eder, dua dua ondan istimdât ederiz.
Bizler biliyor ve inanıyoruz ki; asıl ebedî yurdumuz, Cemâlullah ile müşerref olacağımız, nebiler, sıddikler ve salihler diyarı olan Cennet yurdu. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Sen burada misafirsin ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz.”
Garipler diyarı dediğimiz bu dünyada musibetler, hastalıklar ve sıkıntlılar Allah’ın takdir ettiği şekilde tecelli edecektir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: Bu dünyada, sanki gurbete gitmiş bir gün yuvasına tekrar dönecek biri gibi ol veya gelip geçici bir yolcu gibi ol.
Madem bu dünya bir misafirhanedir, öyleyse bir misafir gibi yaşayacağız. Dökmeden, kırmadan, kötü söz söylemeden, bizlere takdir edilen her şeye rıza göstererek, ihlas ve tevazu ile ötelere uçarken, tertemiz ve samimi niyetlerimizle nihayetsiz bir aleme kanat çırpacağız inşaallah.
Alim Sariye