Kapanmayan Perdeler / Enver Akpınar
Bir türlü kapanmıyordu perdeler. Evet kapansın perdeler. Işık girmesin pencerelerden. Gün doğmasın artık. Umit sakızını çiğneyen ağızlar tükürsünler kör kuytulara. Ne kadar kapansa da perdeler illa ışık giriyordu bir köşeden. Girmesin. Artık yeter. Beklentiye girmeyin derim. Hani her yerde beklenti iyi değildir deyip ışığı beklemenin bir beklenti olduğunu nasıl görmezden gelirsiniz. Kafam almıyor bir türlü. Beklentisizlik varken inadına beklemek ümidi.
Sonra vardır ya her canı sıkılana şükret deriz. Senden daha kötüleri var. Onlara bak haline şükret. Eee üstekiler ne olacak diyemezsin kısık sesle bile. Aslında öğüt verenin yaşına hürmet etmesen diyecek çok şey vardır da diyemezsin. Bak der ben yaşadım. Sen yaşama. Benim dedigime inan. Dedigim gibi her şey. Sen sadece aşağı bak. Hani hedeflerin büyük olsun derlerdi. Büyüğü hedefle ama küçük başla. Aşağı bakarak nasıl büyük düşüneceğim. Hem isyan etmedim ki. Bazen dertleşecek birini ararsın sadece. Bu seferde dost istersen Allah yeter deyiverir öğüt verici. Amenna doğru. O vakit sana da gerek yok diyemezsin.
Derslere çalışmayan cocuklara küçükken embesil olanları anlatırsın ya. Büyüyünce dahi oluverirler. Çalısarak başarmışlardır bunu. Anlatırsın gururlu gururlu. Dinleyen yaşına hürmet eder. Hakaret mi? Cesaret m? Embesil mi demek istedi bana der önce ama değilim. Büyümeyi bekleyeyim belki dünyaca ünlü biri olurum. Ya dünyaca ünlü biri olamazsam o zaman embesil değilim. Ya şimdi ben embesil olmalı mıyım? Doğru cevabı bulamaz icinde. En iyisi hürmete sığınmak.
Her görüşü destekleyen bir hikayede sümen altında mutlaka bulunur. Benim dediğim en doğrusu der öğüt verici. Ben demiyorum ki. Bak filanca da öyle demiş. İyi de ben senin demene inanırdım. O diyeni tanımıyorum ki, diyemezsin. En çok da yabancı birilerinin sözleriyle destek bulur kendine. Ya tamam dersin, her şey iyi de kafama bir şey takıldı. Bunu sen mi diyon başkası mı diyor. İkiniz de mi diyorsunuz? Yani özgün değil taklitcisin. Ya da başkasından aldığını satıyorsun bana. Telif hakkını dile bile getiremezsin. İmdadına hürmet yetişir.
Sonra kendi filirlerin olmalı, der. Sana ait fikirlerin olacak. O fikirlerin peşinden
gideceksin. Asla yolundan da donmeyeceksin. İnsanların hepsini seveceksin. Kendine güveneceksin. Biri üşürse sırtındakini ona vereceksin.Aklına zangır zangır titrerken yakası kürklü montuna sıkı sıkı sarılanlar gelir. Fikirlerinin peşine takılanların verdiği bedelleri okumuşsundur bir kitapta. Sevgi bahsine hiç giremezsin zaten. Başka bir zamanda kendine değil Allaha güven dediğini hatırlarsın öğüt vericinin. Çıkamazsın işin içinden. Hürmet bile kurtaramaz düştüğün bataklıktan.
En son pencereleri örtemeyen perdeler aklına gelir. İlla bir yerlerden bir ışık girer. Karanlığın içinden sıyrılır. Kınından çıkan bir kılıç gibi. Ne öğütverici gelir aklına ne hürmet. İmanın yetişir imdadına. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm olur. Aydınlığın tadına varırken beynin, ayakların serin bir akarsuyun yamacındadır. İster istemez dilinden şu kelimeler dökülüverir: Olanda hayır vardır.
Stefan da Kim / Gökhan Bozkuş
Yanıldın Marquez , Stefan da kim
O eller , o beden ve yosunlar
Arıyordum onu, bulmuşsun sen
Elini arıyordum , tutacaktım
Kardeşin , vebalim ve geriden
Soruyordum onu , bulmuşsun sen
O yakışıklı , hani suda boğulan
Yanıldın Marquez , Stefan da kim
Ne bir düşman gemisi
Ne kanatsız bir balina
Biliyordum onu , görmüşsün sen
Geceler ki ağladım, nerdesin dedim
Bir ışık , bir selam , bir nida bari
Yürüyordum onu , yazmışsın sen
Yanıldın Marquez , Stefan da kim
O gözleri derin bir mısraydı bilirim
Aslı çiçek ,aslı doğan, bir gül gibi temiz
O elleri hani tasvir ettiğin
O zırh dediğin , deriden saçan kokular
Çiziyordum onu , duymuşsun sen
Yanıldın Marquez , Stefan da kim
Gökhan Bozkuş
Sen / Alim Sariye
Sen, gittiğin günden beri biz, sükutun çığlıklarına müptela bir sürü öksüz. Ruhlarımız, heyecanla şahlandığı zamanın altın diliminde, ölümsüzlük iksirini yudumlayarak, bir cemre beklentisiyle, yitirilmiş cennete doğru ümitlerimiz yeniden yeşerirken, şimdilerde afakı sarmış simsiyah bulutlar, düşünceleri kararmış yol bilmez mütehakkimler ve şirazeden çıkmış yığınların etkisiyle, yine insan buhranlar anaforunda.
Sen, ışığın göründüğü ufukta hasretle beklenen bir gönül insanı. Yürüdüğünde baharlar yürür ardından. Mütebessim çehreni her gördüğümüzde, avuçları rengarenk şekerlerle dolu çocukların kalbi gibi neş’eyle dolar kalbimiz. Sessizce, söyleyeceğin sözlere pürdikkat kesilir, Saadet asrından getirdiğin gül kukulu beyanlarınla, onu sinelerimizde derincesine hisseder ve kendi iklimimize saldığı cennet kokusuyla adetâ kendimizden geçeriz. Buğulu gözlerinden tane tane boşalır gözyaşların, çoraklaşmış toprağın bağrına, bereketli güz yağmurları gibi. Sohbet-i Cananla iliklerimize kadar muhabbet ve marifetle dolar ve kalbin zümrüt tepelerinde ârâm eyleyerek, tam idrak edemezsekte belâğât ve fesahâtin derinliklerinde bir mefkure yolculuğunda buluruz kendimizi.
Senin semtinde yeis ve karamsarlığa asla yer yoktur. Kur’ân’ın Altın ikliminde ve inancın gölgesinde, yenilenme cehdiyle yeniden yelken açarız ümit burcuna. Yeniden dua ve yakarışlarla içimizi dökeriz ikindi yağmurlarında.
Sen, sevgiyi sevdin, nefretten nefret ettin. Çekirdekten çınara bir hale örgülendi etrafında, sevgi ve şefkatten. Kavga, gürültü, yalan ve dedikodu asla yer bulamadı bu nezih atmosferde. Dalga dalga yayıldı sevgi kahramanları yeryüzüne. Hepsi de örnekleri kendinden.
Sen, kırık mızrabın bam teline dokundukça, ruhlarımıza sirayet eden musikinin enfes nağmeleriyle mest olur, bazen saba makamında, bazen de hicazla şeker şerbet yudumlarız gurbet ufuklarında.
Senin çizdiğin ufukta, tertemiz hülyalarla ve yaşatma idealiyle gerilmiş, gül bahçesinin üveyikleri, gökteki yıldızlar kadar parlak, asya steplerindeki bembeyaz kardelenler gibi saf ve duru. Binbir çile ve ızdırap karşısında, zamanın çıldırtıcılığına rağmen, her karanlık beldeye ışık taşırlar, ruhumuzun heykelini dikerken.
Sen, naat ufkunun beyaz güvercini, Andelîb-i Zîşân’ın gamlı bülbülü. Andıkça mimberinde güller açar, mihrabında sonsuz nur. Kanat çırpıp pervaz ederken hep ardından, Onun tertemiz ikliminden ruhlarımıza dökülür tatlı bir huzur.
Sen, Anadolunun bağrında neş’et etmiş, çeşmelerinden mâ-i zülâl fışkıran kadim bir şadırvanın başında, kökleri maziye, dal ve çiçekleri arzın bütün cihetlerine yayılmış, çeşit çeşit meyvelerden müteşekkil semeredar bir ağaç misali, budandıkça büyüyen, sarsıldıkça kuvvetlenen, Hakk’ın rızasına talip ve O’nun yüce ismini dünyanın her tarafına ulaştırma gayesiyle bir araya gelmiş gönüllüler gönüllüsü.
Rabbimizden dileğimiz odur ki; bu beste ve güfte elbet bir gün tamamlanacak ve bu muhteşem senfoni dalga dalga yeryüzüne yayılacak. Atlarının üzerinde çölleri ve buzulları aşanlar, Asr-ı Saadetten bizlere kadar gelen mesajı, bütün insanlığa ulaştıracaklardır Allah’ın izniyle..
Alim Sariye
Tebbet Okudum Az Önce / E.Osman Uygur
Tebbet okudum az önce
Elleri kurusun diyordu
Ve kurudu
Kendi kelimesi idi bu
Kuruyup yok ol diyordu
Öz yeğenine
Allah’ın elçisine
Kainatın fahrine
Ne ile hakaret etmişlerse
Onunla gitmişler yerin dibine
İftira atmışlar olmadık laflarla
Tuzaklar kurmuşlar
Akıl almaz kumpaslarla
Ateşin babası dedi Kuran ona
Ama ismi abd’ül Uzza
Kimse yaklaşmadı yanına
Hasta olduğunda
Mikrop bulaşmasın diye
Buldular bir kaç Sudanlı da
Gömdürdüler bir tarafa
Ağaç kökü yesin diyorlardı ya
Hani su bile yok meşhur olmuştu
Bir anda ahir zamanda
Ganimet diye haykırıyorlardı bir de
Biri de çıkmış atın bir yol kenarına
Köpek leşi gibi diye gürlüyordu
Ve kalabalıklar onu alkışlıyordu
Çok zaman geçmedi
Gömdüler mezarlıkta yol kenarına
Üç beş kişi
Mikrop bulaşır diye korka korka
Yürüdü biri daha kendi iftirasına
Tebbet okudum az önce
Elleri kurusun diyordu
Yok olsun gücü kuvveti yani
Bitsin savlet u saltanatı yani
Yerlerde sürünsün şan u şeferi
Tepetaklak olsun o lanet kibri
Ve yanında
Laf edip duran dil uzatan
Sırtında odun taşıyan eşi
Bekle ey abd’ül Uzza
Geliyor yenileri
Doğu’nun bahçelerinden
Er-ken/doğan yalancı şafaklardan
Geliyor yeni Ebu Leheb’ler
Yeni ümmü Cemileler
Felaket sahipleri
Yakıp yıkan ateş askerleri
Tebbet okudum az önce
Sabredenleri müjdele…
Beklenen/C.Ilgar-Resim Hatice Dönmez
Şerefmişsin şöhretmişsin ünmüşsün
Yarınmışsın bugünmüşsün dünmüşsün
Takvimlerin özlediği günmüşsün
Yıldızmışsın parlamışsın sönmüşsün
Gölgelerin kaybolduğu yönmüşsün
Bir bakmışsın sen de eve dönmüşsün
İşte o gün benim şenliğim olur
Dilerse…
Fm
Cizlavet / Neşegül Çiftçi
Cizlavet / Neşegül Çiftçi
Yıl 1976. Babam, Erzurum’un Şenkaya ilçesine bağlı küçük bir köye memur olarak tayin olmuştu. O yıl ablam ve ben ilkokula yeni başlayacaktık. Aramızda bir yaş vardı ama babam ikimizi birlikte okula göndermek istiyordu. Yabancı yer birbirimize destek olalım diye. Ailenin okula gidecek ilk çocuklarıydık. Bu yüzden okul eşyalarımızı babam özene bezene seçmişti. Hiçbirşeyde hevesimiz kalmasın diye. Okul eşyaları ve önlüklerimiz kadar aldığı botlarımızda çok güzel ve kaliteliydi.Malum Erzurum çok soğuk ve karlı bir memleket. Alışık olmayanlar İçin kışın hayat şartları çok zordu.
Okulun ilk günü sabah erkenden üstümüzü başımızı giyinip botlarımızı da giyerek heyecanla okula gittik. Oturduğumuz lojmanlar köyün biraz yukarısında kaldığı İçin aşağıya doğru karların içerisinden yürüyerek gitmek gerekiyordu. Bazen karlara bata çıka bazen de kayarak okula gittik.
Okulun ilk günüydü. Yeni bir ortam ve yeni arkadaşlar. İlk tenefüs olmuştu. Biz yeni arkadaşlarla tanışıp kaynaşmak isterken herkes ayaklarımıza bakıp gülüşüyordu. Önce neye güldüklerini anlamamıştık. Bize göre botlarımız çok güzel ve çok havalıydı! Buna rağmen sınıf arkadaşlarımızşu ayakkabılara bakın şu ayakkabılara bakın ne gülünç. Ne biçim ayakkabı bunlar!..” diyerek gülüyorlardı. Oysa onların ayağında siyah lastikten ayakkabılar vardı. Bizim içi yünlü dışı derili çok güzel ayakkabılarımız. Buna rağmen herkes bizim ayakkabılarımıza gülüyordu. O an öyle garip olduk ki ablamla anormal olanın biz olduğumuzu düşündük. Eve geldik ve babama biz bu ayakkabılarla okula gitmeyiz dedik. Bizim için botlar çok gülünç ayakkabılardı . Ablam ve ben babama ya arkadaşlarımızın giydiği cizlavetlerden alırsın ya da biz okula gitmeyiz diye tutturduk. İlle de arkadaşların giydiği lastik ayakkabılardan cizlavetlerden istiyoruz.
Annem ve babam önce bizi ikna etmeye çalıştılar. “Kızım bunlar daha güzel çok kaliteli ayakkabılar. Onlarla üşürsünüz. Lastik ayakkabılarla ayaklarınız kayar düşersiniz. Alışık değilsiniz hasta olursunuz!.” Biz bir türlü ikna olmuyoruz. “Ya bize de cizlavet alırsınız ya da okula gitmeyiz!..” Sonunda annem ve babam baktılar ki biz okula gitmek istemiyoruz hatta çok utanıyoruz, arkadaşlarımız bizimle alay edecek diye üzülüyoruz, çaresiz gidip bize de cizlavet aldılar. Artık bizim de birer cizlavetimiz vardı. Bunun için ilkokul 1 ve 2. sınıftaki ayakkabılarımı hiç unutamam.
Payımıza Düşen/ Yakup Kenan
Zindana düşünce bebekler
anladım taş neden soğuk
Dolunca ciğerine tuzlu su muhacirin
öğrendim tuzun yürek yaktığını
Yusuf’un kuyusu anlattı bana
Zafer Takının sabır olduğunu
Çaresizlik içinde kalan bilir
Kimin kimseyi bulduğunu
O çaresizlik uzun bir yol
Ufkun son bulduğu gecelere
Geceler içinde çaresiz
Damla damla kimsesiz gözyaşı
Cılız bir niyaz belirir
İsyanın kıyısından dönen
Cılız bir ses
Yardım et
Benim yalvaran
Bak hiçim işte
Hiçliğimle geldim
Ne aldatma var
Ne de riya
Değil miydi gördüğüm rüya
Zulüm içinde zulüm
Bir garip bilinmez kör düğüm
Elimde bir kase tuzlu su
Meriç’te Ege’de muhacirlerin içtiği
Bir damla kan cihana değer
Sorgu masasındaki son nefes
Kulağımda anne çığlığı
Ruhumda teslimiyet
Hadi al beni
Kurtar bu girdaptan
Daha neler anlatacağım
Neler var neler payımıza düşen…
Yakup Kenan 25.08.2020
Benim Şiirimde Işık Arama / Mehmet Karadayı
benim şiirimde ışık arama
hele aşktan bahsedilmez, bunu bil
mesafeler koydum aydınlıkla arama
gözyaşını kendin sil
benim şiirimde ışık arama
kafiye yoktur, hele ahenk hiç
mesafeler koydum kadeh ile arama
şarabını kendin doldur kendin iç
benim şiirimde ışık arama
ölçü yoktur bende, vezin de bulamazsın
mesafeler koydum sevilmekle arama
seversen bir daha uyuyamazsın
benim şiirimde ışık arama
mendil açarım dilenciyi görünce
mesafeler koydum gülmek ile arama
hayata doğacağım ölüm bana gülünce

Arayış / Mehmet Remzî
Rakkasın ucunda sallanır insan,
Bitmez tükenmez upuzun emeller
Bazen neşe olur bazen hafakan
Hayalinde boşa uzanır eller.
Gölgeler dolaşır durur duvarda
Sükût ateş gibi sarar geceyi,
Kapılar gıcırdar her şey susar da.
Bin türlü endişe tarar geceyi..
Sonra birer birer kaybolur sesler.
Hüzünle tınılar yalnızlık çanı..
Tadını kaybeder
nice hevesler
Vicdan çocuk gibi bırakmaz yakanı..
Muhasebe başlar gece hafiften,
Ölümü hesabı düşünür insan
Teneşirde tabut mezar ve kefen,
Omuzlar üstünde taşınır insan ..
Geceler gebedir yeni sabaha..
Kırılır gece insanın gururu..
Kitaptan okursun Yasin ve Tâhâ..
Bulursun zikirle ancak huzuru..
Mehmet Remzi